22 Mart 2012 Perşembe

DUNE - LOTR


Dune, Artur C. Clarke'ın ifadesiyle "Yüzüklerin Efendisi ile kıyaslanabilecek tek şaheser kurgu romandır." 

Ben dune'u yüzüklerin efendisinden daha önce okumuş biri olarak bu sözü duyduğumdan beri, yüzüklerin efendisini özellikle okumak istiyordum ki ben bu serinin filmlerini bile henüz izlemiş değilim. dolayısıyla 1 hafta kadar önce kütüphanede uzun zamandır kayıp olan serinin 1. kitabına rastlayınca sevinerek aldım. bugün de kitabı bitirdim. 
kitap kısaca frodo ve 8 arkadaşının yolculuk maceraları gibi görünüyor. ama arka plandaki büyük bir gücü simgeleyen yüzüğe sahip olma mücadelesiyle alegori olabileceği de savunulmuş ve tartışmalara ortam hazırlamış. yazara göre ise bu seri alegori değil, tarihi bir roman. sonuçta nasıl bakarsanız bakın fantastik edebiyata giriş niteliğinde, yepyeni bir tarih ve coğrafya yaratmayı başarmış olağanüstü bir roman ama dune ile kıyaslamak.... 

bu iki kitabı kıyaslamaya gerek yok aslında ikisi de yayınlanmasının önüne geçenleri katlettiğinde vizdan azabı duymamanı gerektirecek kitaplar. ama eğer böyle bir kıyaslama söz konusuysa bence dune yüzüklerin efendisini büyük bir farkla olmasa da geçer. ama bu genelde böyle tabii. bazı noktalarda üstünlükler pekala değişebilir. mesela dune asillerden hanedanlardan kuisatz haderah gibi üstün insanlardan bahseder ki paul müeddip doğuştan gen zengini, şanslı biridir. buna karşılık lotr'da frodo sıradan bir hobbittir. 

zaten özellikle fantastik eserlerde insanlar zaten yeterince farklı olan karakterlerin en azından biraz kendilerine benzemesini ve sıradan olmasını daha çok seviyor. (harry potter'da da kullanılan bir yöntem bu aslında.) üstelik kahramanın sıradan biri olması yazara da kolaylık sağlar. bu bakımdan frank herbert'in işi daha zordu bence çünkü o bir mesih hikayesi anlatıyordu. dolayısıyla tasarladığı karaktere üstün özellikler verdi. onu zeki, iyi eğitimli ve mentat olarak tasarladı üstelik fremenler onu peygamber seviyesine yükseltti ve frank herbert, paul'ü her konuşturduğunda ona verdiği bu kadar özelliği dikkate almak zorundaydı. 

ama frank herbert işini o kadar iyi yaptı ki okuyan herkes kendini paulle birlikte büyümüş gibi hisseti ve karaktere sempati duydu. şahsen benim en sevdiğim karakterdir paul müeddip. turgenyev'in babalar ve oğullarında bazarov hakkında arkadiy'e biri şöyle diyordu yanlış hatırlamıyorsam; ''o farklı olmaya çalışmıyor hatta bundan nefret ediyor bu yüzden farklı, sense farklı görünmek istiyorsun bu yüzden hep sıradan olacaksın'' bu söz paul için de geçerli, o sıradan olmak istedikçe daha gerçekçi geliyordu bana. onun bu psikolojisi dune serisinin 2. kitabındaki duygusallığın da en büyük nedeniydi.
 
gelgelim lotr'a ki burada karakterler hakkında en takdir ettiğim şeylerden biri onların doğallığı. sanki gerçekten yaşıyorlar da bir kaç boyut farkı yüzünden bizim algılayamadığımızı yazar algılamış gibi. (dune tabiriyle farkındalık). 
demek istediğim böyle bir kitap yazan başka biri ne yapardı. en azından grubtaki 9 kişiden birini kadın olarak tasarlardı ya da frodo hobbit değil de insan olurdu.. ama tolkien bu klişeler için kasmamış. kadın bir karakter eklemek için zorlamamış ki çok iyi yapmış. kısaca kendi boyutunda ne gördüyse onu yazmış.. 

konuyla ilgili bir yazıda dune ile lotr'un verdiği mesajlar yönünden karşılaştırıldığını gördüm. tam hatırlamıyorum ama ana fikir şuydu: ''dune'daki insanlardan çoğu hayvan statüsündedir buna karşın lotr'da insan olmayanların bile çoğu insandır..'' bu doğru. dune da insanların gerçekten insan olup olmadığını anlamak için gom cabbar sınavına girmesi gereklidir. sınav insanların acıya katlanma seviyesini ve içgüdülerini kontrol etme düzeyini ölçer. ilk kitapta rahibe ana olan yaşlı kadın bunu şöyle açıklamıştı: ''bir hayvan tuzağa yakalandığında sadece kurtulmayı düşünür ve gerekirse kolunu, bacağını kopararak oradan kaçar; bir insan ise türüne yönelik bu tehdidi ortadan kaldırmak için acıya katlanarak bekler.'' (gerçeği bunun daha iyi bir ifadesiydi). 

lotr'da ise ön planda olan yüce duygular var. kardeşlik ve dostluk duyguları her hareketlerinden okunur. mesela, ilk kitabın sonlarında, sam'in frado söz konusu olduğunda gösterdiği zeka pırıltıları bu duyguların bir sonucu olarak vuku bulur. sonuçta evet lotr az olan insan popülasyonuna rağmen daha fazla insaniyet içerir. ama bu sonuç bence bir artı yada eksi kazandırmaz. 

hatta dune daha insancıl olsa daha iyi olur diyemeyiz. yapısına uymaz. çünkü dune'da alt planda evrimin sürekli işlediğini görürüz. doğal olarak güçlü olanın ayakta kalması söz konusudur hatta lotr'daki yüzüğün karşılığı dune'da evrimde bir basamak ileri gitmektir ki II. leto'nun bunu yaptığını görürüz. babasının red ettiği yüzüğe II. leto sahip olmuş olur. oysa lotr'da yüzükten kurtulmaya çalışırlar. bu dune'da evrimin önüne geçmeye çalışmakla aynı şey. 

lotr'da yüzüğü yok etmeye çalışmalarının nedeni şuydu: 'büyük güç iyinin de eline geçse kötünün de eline geçse sonuç değişmez. dengeyi korumak her zaman hayat kurtarır.' dune'da paul müeddip'in altın yolu ret etmesinin nedeni de muhtemelen aynısıydı. peki II. leto'nun babasına rağmen ve yol açacağı büyük savaşları bilmesine rağmen altın yola girmesinin nedeni neydi?  o bu yolun engellenemez olduğunu görmüştü çünkü. kaderci bir yaklaşımı vardı gerçi ama gelişimin engellenemeyeceğini, gücün önüne geçilemeyeceğini ya da yüzüğün yok edilmesinin mümkün olmadığını görmüştü. ne de olsa o da bir kuisatz haderah'tı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder