21 Kasım 2011 Pazartesi

requiem for a dream

yeni izledim. düne kadar bu filmin varlığından da habersizdim. izlerken filmin çok güzel olduğunu düşündüm. etkileyici en azından. zaten six feet under dan beri rahatsız edici şeylerin gerçek sanat olduğunu düşünüyordum. biraz da rahatsız ediciliği hoşuma gitti ama sonra film hakkında düşünürken abartmış olabileceğimi fark ettim. yani uyuşturucu kullanırsan böyle olur biliyoruz. bu mesajı daha az sert olarak birçok yerden aldık değil mi?
keşke bağımlılık olarak daha az zararlı gibi görünen sıradan olduğu için göz ardı edilen alışkanlıkların zararları anlatılsaydı diye düşünüyorum. bilgisayar, televizyon, alışveriş, gibi güncel şeylerden bahsediyorum. yani ders dinlerken dikkatini vermek bile bağımlılık değil mi? sonuçta aklını ve hayal gücünü meşgul ederek kendinden uzaklaşma amacına hizmet ediyor hepsi de. en azından bu anlama gelmeli diye düşünürsün ama kendinden kaçmak sözü bana hep yapay gelmiştir yani anlamı ne ki bunun. yalnız kalmaktan kaçmak mı . yani yalnız olsaydım diye düşünüyorum ne yapmak isterdim? o zaman bir kitap alıp okurdum ya da tv izlerdim bilgisayar oynar ya da dışarı çıkardım. peki bunları yapmak yasak olsaydı ya da öyle bir şey, ne yapardım? gördün mü işte bu bir şey demek değil. bu kendinle baş başa kalmak olamaz. aynı şekilde uyumadan önce tavana baktığında da kendinden kaçmamış mı oluyorsun yani? hiç sanmıyorum. çünkü düşüncenle gerçekçiliğin ötesine gidebilirsin. bu en zararlı bağımlılık olsa gerek. hayal ürünü şeylere alışmaktan bahsediyorum gerçekliğini şaşırmak da denebilir mi?
demek istediğim mantıkla bağımlılıktan kurtulunamayacağı. çünkü bu daha çok doğuştan gelen güdülerle ve toplum tarafından bu ilkel güdüleri kontrol altına almak için uygulanan baskının şiddetiyle ilgili. bağımlılıklar psikolojideki süper egonun egoya yaptığı baskıyı ortadan kaldırıp id e serbest kalması için bir fırsat veriyor.
yüzlerini boyayınca vahşiliklerini daha rahat ortaya çıkaran lord of the flies daki çocuklar gibi. bu yüzden iyi hissettiriyor olmalı. daha çok rahatlamış. çünkü personanın etkisinden kurtulmak rahatlatıcı olsa gerek.
ee sonuç ne? anafikir? ha

12 Kasım 2011 Cumartesi

lovely complex

kısaca lov com da denilen shoju bir animeden bahsediyoruz. türünün özelliklerini taşımasına rağmen bazı klişelere düşmediği için takdirimi kazandı. üstelik izlemesi çok zevkli ve sıcak bir atmosferi var. yine de anime bittikten sonra kendi okul hayatınızın neden bu kadar basit olmadığını sorgulayabilirsiniz. ama rahat olun onlara imrenmek sadece doğal bir tepki..


şimdi de sadece animeyi izleyenlere bir anlam ifade edebilecek olan eleştirilerime geçelim;
otami adlı cüce karakteri biraz daha tanıtsalar iyi olurdu rose un görüş açısından izlerken animenin yarısı boyunca rose un otaminin peşinden gittiğini görüyoruz ama otami neden bu kadar katı anlayamadan ondaki hisslerin gelişimini görmeden ona sinir olmaktan başka  bir şey yapamıyoruz.  rose un çocukluk arkadaşı değiik güzel bir karakter. asıl bahsetmek istediğim konunun göze batırılmadan işlenmesi yani rose aldattığı için onu terk etmiş görünürken başka nedeni olduğunu rose un anlaması çok farklı bir seviyede olduğunu gösteriyor bu animenin. çünkü normal bir dizide aynı klişe bir sahne çok faklı sonuçlanırdı ve bu çok saçma da olsa bunda ısrar ederlerdi. bölüm sayısı uzardı. ordaki davranışından dolayı otamiye ısındım biraz. ama asıl rose sınavlara hazırlanmasına yardım etmesiyle pes etmemesiyle en büyük davranışları sahiplenmiştir evet ve şu sınavlara karşı tutumuna da imrendim kesinlikle çakışmayı ve test çözmeyi sevmiyorum bu yüzden üniversteye gitmeyeceğim dedi diğeri ise kazanınca sevindirdi. son on dakikasından geleceği falan gösterseydi herkesin nerde olduğunu iyi olurdu ama manga devam etmiş animeden sonra zaten. bir günde izledim hepsini. hoş bir anime güldürüyorda bazen ama eksiklikleri de olmasaymış keşke.

2 Kasım 2011 Çarşamba

sineklerin tanrısı

lord of the flies. bu kitabın filmi olduğunu bilmiyordum. izlemeden kitabını okuduğuma sevindim ama. sonunun bu kadar cehenneme döneceğini tahmin edememek daha çok etkileyici oldu. jack in bir şeyler yapacağını kestirmiştim aslında ama soğukkanlılıkla cinayet işlemek küçük bir çocuk için beklenenden daha vahşice. ve kitabın sonunda mine urgan ın yazdığı bir sonsöz de var. kitabın alegori olduğunu ve kimin neyi simgelediğini açıklamış. yine de bu açıklamalarda yetinmeden üzerinde düşündükçe yeni yorumlar getirilebilir kitap hakkında. bir kitap için büyük bir nitelik bu.
dün conan ın yeni bölümünü izledim. konuğunun house olduğunu bilmiyordum. çok sevindim tabii. neyse conan konuğunu çağırdı. house gayet mütevazı bir halde girdi içeri. söyleşi başladı. house un ingiliz aksanını da duymuş oldum bu sırada o dizide kullandığı aksanı taklit etme gibi büyük bir yeteneğini daha görmüş oldum böylece. conan nasıl deşarj olduğunu sordu housa o da müzikle ve boksla ilgilendiğini söyledi. sonra da konu diziye geldi. çok izlenen bir dizi olmasına kendisinin de şaşırdığını belirtti house nedenini de house un sözel bir şölen olmasıyla açıkladı. başka dillere nasıl çevrildiğini merak ettiğini söyledi. evet bu söz aslında benim bu bloğu yazma nedenim. çünkü house u neden sevdiğimi açıklarken olaylardan çok karakter üzerinde duran bir dizi olduğu için diyordum. ama sadece bu değil elbette. işte ikinci nedenimi de böylece bulmuş oldum. sözelliğin dizide çok kullanılması onu herzaman izlenebilir kılan şey aynı zamanda. sadece bulmacanın çözümünü öğrendiğinde diziyi izlemesen de olur diyomuyorsun çünkü hastalığın ne olduğu çok da önemli değil. house un ettiği lafları yakalamak ve çözmek daha eğlenceli.
ve son olarak house un bitmeye yaklaştığını da söyledi ama kesin bir şey söylemedi bu konuda.

27 Ekim 2011 Perşembe

konuşmak üzerine

konuşmak. sadece basit bir eylem. ama o kadar çok çeşitleri var ki... birdenbire yepyeni bir şekliyle karşılaşabilir ve şaşırabilirsiniz  mesela. aynı zamanda bunun yeni bir tür olduğunu anlayabilme yeteneğine da şaşırır ve takdir edersiniz. ama merak ediyorum genel olarak bir şey söylenebilir mi konuşmak hakkında. iyidir vaya kötüdür denilir mi? atasözlerine göre mesela susmak her zaman daha değerli görülmüştür. ama bence konuşmak, sadece saçmalamak bile, susmaktan daha değerlidir. çünkü en sonunda ortaya mantıklı bir şeyler çıkar. böyle düşünüyordum ama yeni fark ettim de bu durum sadece ne düşündüğünü söylediğinde geçerli sıcağı sıcağınına hemen orada ve getireceği sonuçları düşünmeden ve nerede konuşmanın sonunu getireceğini hesaplamadan. bıraksalar konudan konuya atlayarak durmadan konuşabilecek sanmalılar seni ve gerçekten de konuşabilmelisin.
ama bu tür bir konuşma ne sıklıkla görülüyor merak ediyorum. oysa gündelik sorulardan ve kısa cevaplardan başka birşey duymuyorum ben. zaten ortada olanı belirten ve çoğunlukla bir olayı ya da durumu anlatan cümleler. çoğu öznelden çok nesnel ifadeler içeren ve söyleyen kişinin kişiliğine dair bile ipucu alınamayan. çok soğuk ölü bir şey bu. sadece bir gün boyunca içinde yer aldığın ya da duyduğun her sözcük ölü.
en azından bir tartışmaya tanık ederken, hızlı hızlı ve heyacanla konuşan insanlar gördüğünde biraz hararet içeren birşey duyma şansın var gibi görünüyor. ama öyle değil işte. çünkü o tartışma gibi gördüğün şey aslında birşeyleri yüksek sesle eleştiren  ve bu fırsatı bulduğu için içten içe sevinen birinin daha önce planladığı cümlelerden başka bir şey değil. çünkü o kişi aynı şeyleri söylemek için sadece başka fırsat daha kolluyor hatta ortada karşı çıkan biri bile yokken savunmaya geçiyor. çünkü ne söylediğinden daha önemli olan onun için bir konu hakkında ne kadar doğru düşündüğünü herkesin görecek olması. herkes önemli onun için. ve başka yerde de aynı heyacanla tekrar aynı şeyleri söylerken görebilirsiniz o kişiyi yine ve yine kimse itiraz etmez. oysa dinleyenlerin suskunluğuyla tatmin olabilen birinin konuşarak tek yaptığı sözcükleri lekelemesidir. susmak çok daha iyidir bu durumda.


18 Temmuz 2011 Pazartesi

çok naziksin burada olduğumu du$unduğun için
ve aslinda senin sayende açiklik kazandi burada olmadiğim

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Conan O'Brien's 2011 Dartmouth College Commencement Address




türkçesini bulamadım. işte bir kısmının çevirisi;
''bugün çok özel bir şey elde etiiniz. o kadar özel ki yaşıtınız olan amerikalıların sadece yüzde 92'sinin elde edebildiği bir şey. bir üniversite diploması. yanlış duymadınız elinizdeki diplama sayesinde amerikan iş gücünün yüzde 8'i üzerinde ezici bir üstünüğünüz var. yüzde 8 derken özellikle bill gates,steve jobs ve mark zuckerberg gibi üniversiteyi yarım bırakan eziklerden bahsediyorum.
konuşmacı olarak ilk görevim size hayatın hiç de adil olmadığını göstermek. bu diploma için 4 yıl boyunca ter döktünüz. aferin size. ne var ki dartmouth aynı diplamayı twilight'ın oyuncusu ile röportaj yaptığım için bana veriyor zaten. bu grçekle beş etmeyi öğrenin.''

20 Haziran 2011 Pazartesi

boş vakit

boş vakitleri doldurmak için yapılan şeyler asla yeterli olmuyor. mesela bir kitapla ya da filmle yalnız kalabileceğimiz bir zamanı dolduruyoruz. bazıları aynı amaçla spor yapıyor, müzik dinliyor, televizyonla ya da bilgisayarla oyalanıyor. daha da çok seçenek var. 
sadece merak ediyorum kendimizle yalnız kalabileceğimiz her anda hemen bir şeylerle ilgilenmek nasıl açıklanabilir? bu şeylerin verdiği zevk ve mutlulukla mı? bu açıklama yetersiz olur çünkü alınan zevk tatmin edemez. çünkü bir müziği dinlemekle duyulan zevk aynı müziği yaratmakla duyulacak zevkin yanında çok küçük kalır. dünyadaki en güzel kitabı okumuş olmak mı yazmış olmak mı daha büyük mutluluk verir?
can sıkıntısı yüzünden yapılan şeylerin mutlu etmeye yetmemesinin nedeni nedir peki? çünkü okunan kitabın içinde okuyan kişiye ait bir iz yok onu okumuş olmak kitap açısından bir fark yaratmıyor. ya da benim yerime başkası okusaydı dünya açısından değişen birşey olmazdı.
sadece merak ediyorum amacın eğlenmek olduğu şüphesiz olduğuna göre boş kalınan her değerli vakti müzikle, kitapla, alışverişle, oyunla geçirmek neden tercih ediliyor ve neden en büyük eğlence ve zevk olduğu belli olan  kendine ait birşey yaratmakla uğraşılmıyor. 
çünkü alışveriş gerçekten hiç eğlenceli değil.  

18 Haziran 2011 Cumartesi

sherlock

bbc de yayınlanan yeni sherlock holmes dizisini izledim. sadece 3 bölüm var ama iyi ki 90 dakika sürüyor. devamı da çekilecekmiş duyduğuma göre.
aslında benim izlediğim ilk sherlock holmes ile ilgili filmdi bu. kitaplarını da okumamıştım.  bu diziyi izleme kararı alma nedenim steven moffat'ın işin içinde olmasıydı. adamın yaptığı her diziyi severek izlemiştim. hala da izliyorum. zaman zaman coupling'den bir bölüm açıyorum mesela. jekyll da uyarlama bir diziydi ve o da çok başarılıydı. ama sherlock kadar değil. sherlock senaryo yönünden haraka oyuncular zaten daha iyi olamazdı. bir tek son bölümdeki moriarty gibi bişeydi adı onu izlerken olmamış gibi geldi ama ikinci izleyişimde o da rahatsız etmedi beni. 3.bölümün başında sherlock'un haraketleri seth cohen'i anımsattı. ama bu durumun hiçbir sakıncası yok elbette.
izledikten sonra sherlock holmes hikayelerini okudum ve dizinin orjinal hikayeyle benzer yönlerini görmek çok güzeldi. mesela sherlock da sıkıldığında duvara ateş ediyor. john watson afganistanda bulunmuş. ama orjinal hikaye eskide geçiyor yine de teknolojiyi sherlockta kullanmak yeni ve çok güzel bir fikir olmuş.
umarım dizi devam eder.

17 Haziran 2011 Cuma

matematik

      matematik zekayı geliştirir mi? elbette çünkü bilinen bir kuralı kullanarak problemleri çözmek gerekiyor ve bunun için de sadece kuralı ezberlemek yeterli olmaz çözüm için bir taktik gereklidir. bu nedenle matematik ezber dersi değildir ve zekayı geliştirebilir. ama günümüzde okullarda öğretilen matematik bu işlevinden büyük ölçüde yoksun. çünkü kuralları veren öğretmenler bunları soru çözerken nasıl kullanmak gerektiğini de anlatıyorlar. hatta dershaneler sırf bu işi yapıyor. matematik çalışan öğrencilerin yaptığı iş soruları nasıl çözeceği üzerine düşünmek değil, çözüm için gösterilen taktiği ezberlemek oluyor ve benzer sorulara bu taktiği uygulayarak başarılı oluyorlar.
daha çok problem çözenin başarılı olması ise ayrı bir saçmalık. farklı bir yoldan giderek problemi çözenlerin başarılı sayılması gerekir. matematik ancak bu şekilde farklı bakış açısı kazandırır ve zekayı geliştirir.