23 Nisan 2012 Pazartesi

northern exposure

northern exposure, 1990 ve 1995 yıllları arasında yayınlanmış bir televizyon dizisi. Kuzeyde Bir Yer adıyla Türkiye de yayınlamış ama ben bunun için geç kalmışım. yine de bu diziyi keşfettiğim için şanslı hissediyorum. dizide, Alaska'nın - gerçekte varolmayan - Cicely adlı kasabasında yaşayan bir grup insan ve onların başından geçenler anlatılıyor. new york'tan gelen doktor - Joel Fleischman 4 yıl boyunca cicelyde çalışmak zorundadır ki bu küçük kasaba yarı kızılderili olan Ed, Chris, Maggie gibi birbirinden ilginç insanlar içeren kuzeyde bir yerdir.

dizinin özellikle benim için çok önemli bir yere sahip olmasının birçok nedeni var ama en büyük neden dizideki karakter anlayışıdır bence. özellikle Rob Morrow' un canlandırdığı yahudi doktor karakterine, onun uzun ve iğneleyici cümlelerine ve Maggie'yle olan atışmalarına bayılıyorum. hatta bu yüzden tekrar izlediğimde de aynı tadı alabiliyorum. aynı şekilde radyoda Chris'in konuşmaları, jung'dan ve kollektif bilinçaltından bahsetmesi ve walt whitman'dan şiirler okuması da aynı tadı veriyor. ama sadece bu değil yani sadece cümlelerin, konuşmaların fazla beklenmedik olması değil diziyi farklı yapan, daha çok bütün o konuşmaları aktarış biçimiyle sanki dizi izliyor gibi değil de, o kasabada yaşıyormuş ve barda oturanlardan biriymişiz gibi hissettirebilmesi.ama merak ediyorum gerçekten bu kadar tatlı bir kasaba olabilir mi? çünkü acaba cicely'in aslında var olmamasıyla yazarlar bunun bir ütopya olduğunu mu anlatmaya çalışmışlar bize. umarım değildir çünkü küçük bölgelerde böyle sıcak bir atmosfer olabileceğine inanmak istiyorum.aslında bakarsak benim yaşadığım yerde küçük sayılır ve ben çocukken yaşadığım köyde gayet küçük bir yerdi ama itiraf etmeliyim ki dizideki mahalle barının üstlendiği görevi bizim köydeki kahvehaneler üstlenmezdi. belki sadece erkekler için bir yer olması bu farkı yaratıyordur ama sanmıyorum daha farklı bir nedeni var gibi bilmiyorum. ama emin olduğum birşey var; dizide Chris ne zaman, aurora borealis, mancınıkla piano fırlatma gibi şeyler yapsa ona özeniyorum gerçekten ve şöyle düşünüyorum, evet bende hayatımda böyle küçük projeler olsun istiyorum ve mümkünse bunlar bir işe yaramasın. yani hadi ama bütün yaptığımız zaten ne olduğunu anlayamayacağımız şeylere bir anlam yüklemeye çalışmak değil mi? öyleyse en anlaşılmaz şeyleri yapalım. okulu veya işi herneyse bırakıp bir motosiklete atlayıp kuzeye doğru yönelelim mesela. zamanımızı harcamak için daha iyi bir yol göremiyorum.





4 Nisan 2012 Çarşamba

avatar the legend of korra

avatar the last airbender'ın devamı niteliğinde, yeni başlayan bir seri 'avatar the legend of korra'. avatar'ı bilenler için çok sevindirici bir haber bu. ben de ilk avatarın fanlarından biri olarak bu yeni diziyi görünce, yine aang'i, toph'u, sokka'yı, zuko'yu ve elbette iroh'u göreceğimi düşünerek çok heyecanlanmıştım. ama dizinin ilk bölümünde eski karakterlerden görebildiğimiz sadece katara var. çünkü yeni hikaye 70 yıl sonrasını ve yeni bir avatarı içeriyor.


isminden de belli olduğu gibi yeni çizgi dizimiz, aang'den sonra gelen avatarı yani korra'yı ve onun republic city'deki maceralarını konu ediniyor. korra, mavi gözlü, kumral, su kabilesinden bir kız. ayrıca  karakter olarak da aang'den oldukça farklı. öyle ki, ''ben avatarım. buna alışsanız iyi olur.'' diyerek yaptı açılışını. henüz dizinin ilk bölümünü izledim ama gördüğüm kadarıyla korra, zamanla daha sempatik gelebilecek bir karakter ve açıkçası aang'e benzetmeye çalışmamaları iyi olmuş.
gelgelelim republic city'e. burası aang'in hükümdarlığı döneminde gelişmiş, 4 ulusu birleştiren oldukça modern bir şehir. her tarafı gökdelenlerle dolu, caddelerinde arabalar vs.. alışıldık avatar atmosferinin dışında yani. bu yeni görünümüyle eski mistik özelliklerini, çöl ve toprak rengini özletecek gibi görünüyor.
 açıkçası avatarda en sevdiğimiz şeylerden biri olan o mistik havasının ve doğayla bütünleşen felsefesinin yerine sırf 70 yıl geçti süsü vermek için gökdelenler ve teknolojik şeyler koymalarına inanamıyorum. tamam 70 yıl süren bir gelişim sürecinin ardından bir şeylerin değişmesi beklenir ama bu değişim avatar evreni söz konusuysa teknolojide olmak zorunda değildir. sadece avatarda değil, fantastik bir dünya ya da paralel bir evren varsa ortada, o evrende, dünyada'ki teknolojiye karşılık gelen her neyse o kullanılmalı. avatar için bu bükme yeteneğidir. ve avatarda modernleşme demek de bükmenin geliştirilmesi olmalıdır. mesela toph'un eğittiği metal bükebilen polisler... akıllıca olmuş gerçekten. ama aynı adamların uçağa bindiğini görmek de istemiyorum. bir evren için bu kadarı fazla. ha bu demek değildir ki teknoloji hiç bir fantazi de olmasın. olabilir tabii ama fma'daki gibi bir ayrım yapılacaksa.. fma'da edward başka bir dünyaya gider ve burada simya kullanılmadığını onun yerine teknoloji olduğunu görür ve yeni hayalini uzaya çıkmak olarak değiştirir. başka bir örnek zero no tsukaima'da büyülerin hakim olduğu bir dünyaya düşen normal bir çocuk vardır. büyü yapamaz doğal olarak ancak kendi dünyasından gelen uçakları ve silahları kullanabilir. baktığımızda bir denge olduğunu görebiliyoruz. ilk avatarda da bu denge vardı elbette üstelik çok ince detaylarlar da vardı bu konuda. mesela toph toprak bükerek uzun mesafeler kat edebiliyordu. aang hava bükerek uçabiliyordu. appa bile hava bükerek nasıl oluyorsa uçabiliyordu. yani bütün yan avantajlarını geçsen bile tek başına 4 elementi bükme fikri, büyü, simya vb. alternatiflerine göre çok daha orjinal bir fikir. yeterince özendirici..
  aslında yeni karakterler hakkında yazmak istiyordum. aang ve katara'nın torunları ve belki ilerde zuko ve sokkanın torunlarını da görme ihtimali hakkında. ama onun yerine bir resim daha açıklayıcı olur şimdilik. işte yeni jenerasyon: