7 Mart 2012 Çarşamba

hermann hesse

evinin kapısında çinceden almancaya tercüme edilmiş şu şiir yazılıdır

"bir insan yaşlanıp,
misyonunu tamamlayınca,
ölüm düşüncesini huzur içinde,
karşılama hakkına sahiptir.
diğer insanlara ihtiyacı yoktur;
insanları tanır, onlar hakkında yeterince bilir.
artık ihtiyacı olan huzurdur.
bir insanı ziyaret etmek veya onunla konuşmak,
sıradanlıkla onu huzursuz etmek iyi değildir.
evinin kapısından, içinde kimse yaşamıyor gibi
uzak durmak gerekir."





yukarıdaki yazı bana Albert Camus'un tersi ve yüzü adlı kitabını anımsattı. o kitaptaki hikayelerden birincisinde yaşlı bir kadın vardı. bir hastalık geçiriyordu ve öleceğini sanmıştı.  kımıl kımıl geveze bir ihtiyarcıkken, sessizliğe ve kımıltısızlığa gömmüşlerdi onu. uzun günler boyunca yalnızdı, okuması yazması yoktu, pek bir duyarlığı da yoktu, tüm yaşamı tanrı'ya yöneliyordu. ve kadın kendisiyle ilgilensinler diye emin olmadı halde hastalığının iyileşmez olduğunu söylüyordu. 


bir gün genç bir adam kadının derdine gerçek bir ilgi duymuş ve kadınla ilgilenmişti. bu ilgi umulmadık bir şölendi hasta için. acılarını coşkunlukla anlatıyordu: sıkılıyordu. konuşmuyorlardı kendisiyle. köşede kalmıştı. ölmek daha iyiydi... 
sesi kavgacı olmuştu. bir pazarlık sesiydi. gene de bu genç adam anlıyordu. 


genç adam bir akşam yemeğe çağrılmıştı. yemekten sonra sinemaya gidilmesi kararlaştırıldı. genç adam, kadını unutarak, teklifi kabul etmişti. herkes hazırdı. yaşlı kadını öpmüşlerdi. yalnız genç adam kalmıştı. o da kadının elini sevgiyle sıkmıştı. ama kadın yalnız kalmak istemiyordu, kendisine ilgi gösteren biricik varlığa bağlanarak elini bırakmıyor, sıkıyor, beceriksizce teşekkür ediyordu. genç adamın rahatı kaçmıştı. O, şimdiye kadar karşılaştığı mutsuzlukların en korkuncu önünde duruyordu: sinemaya gitmek için bırakılan kötürüm bir yaşlı kadının mutsuzluğu. gitmek, sıvışmak istiyordu, elini çekmeye çalışıyordu. bir an için kadına kin duydu. en sonunda çekilip gidebildi.


bu arada hasta, kendisini koruyan biricik kesinliğin de silindiği hissetti. tümüyle ölümün düşüncesine bırakılmıştı. yalnız olmak, insanları bırakmak istemiyordu. işte bu nedenle ağlamaya başladı...




bu iki yazıda da yer alan yaşlı insanların,  yalnızlığa bakışlarını bu kadar farklı yapan nedir? neden biri daha gerçekçi olmasına rağmen diğeri gibi olmayı umuyoruz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder